Karadeniz’in güneydoğu köşesinin tarih öncesi ve tarihsel dönemleri, Anadolu’nun diğer bölgeleri kadar iyi bilinmez. Bunun nedeni bölgede yeterince arkeolojik araştırmanın yapılmamış olmasıdır. Buradaki arazi çalışmalarında dağlık yapının ulaşım zorluklarına neden olduğu ve yoğun bitki örtüsünün yer yer hareket olanaklarını kısıtladığı gibi sorunlar öne çıkar. Her şeye karşın son yıllarda bölgede yapılan arkeolojik araştırmalar sürekliliği ve yöntemli olması bakımından önemlidir.
Bunlardan biri Karadeniz Teknik Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden H. Çalışkan-Akgül yönetiminde 2019-2023 yılları arasında sürdürülen Trabzon arkeolojik yüzey araştırmasıdır. Böyle araştırmalar sayesinde hem Trabzon’daki ‘Hadrian Limanı’ diye de bilinen eski liman ve hem de yoğun bitki örtüsüyle kaplı vadilerdeki kültür varlıkları incelenebilmiştir.
Türkiye’nin Doğu Karadeniz Bölgesi’nde bugüne kadar yürütülen arkeolojik çalışmalar belirli bir yoğunlukta gerçekleştirilmiş olmasına karşın, aynı şeyi Rize ili için söylemek mümkün değildir. Rize için daha çok jeoloji ve çok daha az ise coğrafya ve biyoloji araştırmalarından söz edilebilir. Arkeolojik anlamda Rize ilinde bugüne kadar sadece Çamlıhemşin Dikkaya köyünde bulunduğu bildirilen sap delikli tunç baltalarla ilgili bir yayından söz edilebilir.
Rize, Eskiçağ’da Doğu Karadeniz Bölgesi sahil şeridindeki liman kentlerinden biri olarak anılmıştır. Burada Roma Çağı öncesine ait pek az arkeolojik veri kayda geçmiştir. Roma döneminden sonrasına ait ise halen tek inceleme, A. Bryer ve D. Winfield tarafından 1985 yılında yayımlanan ‘The Byzantine Monuments and Topography of the Pontos’ adlı kitaptır. Bu kalıntıların bile sözü edilen yayından sonraki yıllarda yeterince ele alınıp araştırıldığı söylenemez. Basından öğrenildiği kadarıyla, geçen yıllarda çeşitli üniversitelerden tarih bölümü uzmanlarının İkizdere ilçesinde başlattığı yeni bir araştırma Rize için bu açığı kapatabilir.
Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki arkeolojik kültürlerle ilgili ilk bilgiler MÖ 2. binyıla tarihlendirilen Hitit çivi yazılı metinlerinde karşımıza çıkar. Hititler ile Karadeniz ilişkileri Anadolu’da Hitit uygarlığının irdelenmeye başladığı 20. yüzyıl başlarından beri merak konusudur. Örneğin, Hitit yazılı kaynaklarında geçen ve Kizzuvatnalıların kıyılarında yaşadıkları anlaşılan ‘Büyük Deniz’in Karadeniz olduğu ve Kizzuvatnalılar ile savaşan Hititlerin böylece ‘Büyük Deniz’e ulaştıkları varsayılır. Ayrıca, Anadolu’nun MÖ 2. binyıl tarihinin, daha sonra Karadeniz kıyılarında ortaya çıkan ‘Yunan Kolonileri’nin anlaşılması bakımlarından son derece önemli olduğu defalarca vurgulanmıştır.
İlkçağ kaynakları MÖ 1. binyılın ortalarında bölgede Anadolu’nun diğer yerlerine göre çok daha vahşi koşullarda yaşayan toplulukların varlığını ortaya koyar. Hatta aynı vahşi yaşam koşullarının Roma Çağı’nda da sürdüğü açıktır. Dolayısıyla bölgedeki tarih öncesi süreç Güneybatı Asya’nın diğer yerlerinden daha farklı bir gelişme gösterir. Ancak bu yaklaşımı destekleyecek arkeolojik veriler halen yeterli değildir.
Bölgede daha önce yapılan arkeolojik araştırmalar
Roma İmparatorluğu’nun Karadeniz’e askeri ve ticari ilişkiler kapsamında ilgisi ortadadır. Nitekim benzer bir ilginin Orta Çağ’da da sürmüş, Karadeniz kıyılarındaki limanlar çeşitli metinlere konu edilmiş, haritalarda gösterilmiştir. Güneydeki kıyı çizgisi ve buna paralel uzanan dağ sırası ile karakterize edilen bölgede Birinci Dünya Savaşı’na kadar bazı arkeolojik araştırmalar yürütülmüştür. İngiltere’nin Trabzon elçisi olan A. Biliotti (1833-1915), bugün Gümüşhane Kelkit’e bağlı Sadak köyünde bulunan Roma garnizonu Satala’da 1874 yılında yaptığı dokuz günlük kazı buna örnek gösterilebilir. Kırım Savaşı sonrasında, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borçlarını ödeme potansiyeli hakkında hazırlanan bir raporda, Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki tarihsel kalıntılarından söz edildiği görülmektedir. 19. yüzyılın sonunda, 1894 yılında İstanbul’da kurulan Rus Arkeoloji Enstitüsü ise daha çok Doğu Roma İmparatorluğu’ndan kalan kalıntılarla ilgilenmiş, bu bağlamda Karadeniz’in güney kıyıları da araştırma kapsamına alınmıştır.
Yirminci yüzyılın başlarında, 1916-1917 yıllarındaki Rus işgali sırasında Trabzon ve çevresinde bilimsel araştırmaların arttığı, bu bağlamda arkeolojik araştırmaların da gerçekleştiği bilinmektedir. Bu dönemde Çarlık Rusya’sı sınırları içinde bulunan Kars’taki Ani harabelerinde 1893-1894 yıllarında kazılar yapılmıştır. Bu çalışmayı yürüten N. Y. Marr’ın, aynı yerde 1904-1917 yılları arasında sürdürdüğü kazılar sırasında, 1909 yılı Eylül ayında Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi ve Hopa’yı içeren bir araştırma gezisine çıktığı görülmektedir. Daha çok bir dilbilim araştırması olsa da, Marr notlarında bölgede gördüğü eski kalıntılardan da söz eder.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla hızla gelişen arkeoloji araştırmaları, 1930’lu yıllarda özellikle Hitit arkeolojisine karşı ilgiyi arttırmıştır. Boğazköy’de ele geçen tabletlere göre MÖ 2. binyılın ikinci yarısında Hitit Devleti’nin en önemli sorununun Kaşgalar olduğu anlaşılmış, bu halkın Anadolu’nun kuzey ve kuzeydoğu kesimlerinde yaşadığı belirlenmiştir.
1930’lu yıllarda Amasya’nın Suluova ilçesindeki Alevitepe / Kümbettepe ile Van’daki Tilkitepe arasında herhangi bir arkeolojik yerleşmenin olmadığı sanılmaktadır. Anakara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nden İ. K. Kökten, 1940 yılından itibaren Türk Tarih Kurumu adına yaptığı araştırmalarla bu yargıyı değiştirir. Samsun çevresinde yapılan kazıların yanı sıra yüzey araştırmalarına da devam edilmiş, Anadolu’nun kuzeydoğusunda çok sayıda arkeolojik yerleşim yeri kayıt altına alınmıştır. Bu araştırmalar sırasında, Rize’ye kadar sahilden 35 km içerilere kadar tarih öncesi dönemleri aydınlatacak hiçbir arkeolojik kalıntıya rastlanmadığı da belirtmiştir.
1950’li yıllardan itibaren Türkiye’de çok sayıda arkeolojik kazı ve araştırma devam etmektedir. Ancak 1959-1979 yılları arasında Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki Orta Çağ kalıntılarını kayıt altına alan D. Winfield ile A. Bryer’in çalışmaları dışında, bölgede herhangi bir arkeolojik faaliyet yoktur.
1983 yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yayımlanmaya başlayan arkeolojik araştırmaların raporlarına bakıldığında, Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki çalışmaların 1980’li yılların ortalarından sonra bir ivme kazandığı söylenebilir. Daha önce R. W. Edwards’ın 1977 ve 1983 yıllarında, T. A. Sinclair’in ise 1983 yılında Artvin ve Ardahan arasında, ana yol üzerindeki bazı Orta Çağ yapıları incelediği görülür. Daha sonraki araştırmaların yöneticileri arasında ise M. Özsait, A. Çilingiroğlu, A. Sagona ve J. G. Crow gibi bilim insanları sayılmalıdır. 1990’lı yılların sonlarında K. Köroğlu, Artvin ve Ardahan illerinde başlattığı bir yüzey araştırmasında Yalnızçam Dağları’nın Artvin tarafındaki derin vadilerinde Orta Çağ kalelerinin, Ardahan tarafındaki platoda ise daha eski yerleşmelerinin bulunduğunu belirlemiştir. Aynı yıllarda O. Aytekin ise Artvin ilindeki Orta Çağ yapılarını kayıt altına almaya başlamıştır.
Halen bölgedeki vadi içlerinin ana yol güzergâhları dışında arkeolojik bakımdan yeterince araştırılmadığı söylenmelidir. Buna karşın Karadeniz Teknik Üniversitesi jeologları tarafından 1995 yılında yürütülen arazi çalışmaları sırasında Trabzon ve Gümüşhane dağlarında birçok kaya sığınağı ile mağara kayda geçmiştir. 1995 yılında ise Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Trabzon, Rize, Artvin ve Gümüşhane illerindeki arkeolojik yerleşmeleri saptamak amacıyla bir ekip oluşturmuştur. Bu araştırmada incelenen mağaralar arasında Savangin Mağarası (Artvin Yusufeli), Bal Mağarası (Artvin Ardanuç), Evrim Mağarası (Gümüşhane Şiran Seydibaba köyü) ve Vazelon Mağarası (Trabzon Maçka) bulunmaktadır.
Ağustos 1997 yılında gerçekleştirilen bir arkeolojik araştırma sırasında ise İngiliz araştırmacı P. Dolukhanov’un Trabzon il merkezinin batısında, Şalpazarı, Tonya ve Düzköy çevreleriyle Araklı ilçe merkezinin güneyindeki Karadere yöresinde birkaç kaya sığınağı saptadığı görülür. Bunlardan Beşikdüzü Şalpazarı yolu üzerindeki kaya sığınağında çakmak taşı aletler ele geçtiği, ancak bu araştırmaların sürdürülemediği rapor edilmiştir.
2019 yılında başlatılan Trabzon Yüzey Araştırması sırasında bölgenin derinliklerindeki vadi içlerinde daha önce hiç bilinmeyen, binlerce yıl öncesine ait Paleolitik ile Epipaleolitik dönemlerde kullanılmış mağara ve kaya sığınakları kayda geçmiştir. Ele geçen yontma taş aletler bölgedeki ilk insan faaliyetlerinin aydınlatılması bakımından son derece önemlidir. Nitekim daha önce Bayburt yakınlarında, Çoruh nehrinin yan kollarından Gez deresinin batı teraslarında Paleolitik Çağ’a tarihlenen alet ve yongalar ile bir obsidyen kazıyıcı, yine Bayburt yakınlarında Killiğin Sırtı diye adlandırılan yerde bir mağaranın girişinde toplu halde mikrolit aletlerin kayda geçtiği bilinmektedir. Trabzon Yüzey Araştırması sırasında ayrıca, Maçka çevresinde birkaç Demir Çağı buluntu yeri ortaya çıkarılmıştır.
2000’li yılların başında, Gümüşhane ve Bayburt illerinde S. Çiğdem’in başlattığı yüzey araştırmaları karşımıza çıkar. Bu dönemde bazı önceden kayda geçmiş arkeolojik buluntu yerlerinin çevresinde yeni araştırmalar yapılmıştır.
Türkiye’nin Orta ve Doğu Karadeniz bölgelerinde yapılan yüzey araştırmaları göz önüne alındığında, sadece batıda Ordu, Samsun, Amasya ve Çorum ile doğuda Gümüşhane, Bayburt ve Erzurum il sınırları içinde Tunç Çağı’na ait yerleşimlerin kayda geçmiş olduğu, dolayısıyla bölgenin büyük bölümünün tarih öncesi buluntular bakımından halen boş kaldığı görülür. Rize ili de boş kalan yerlerdendir.
Kayda geçen arkeolojik buluntular Doğu Karadeniz Bölgesi’nin tarih öncesi dönemlerde özellikle Anadolu ile Kafkasya arasında bir iletişim alanı olduğunu kanıtlamaktadır. Bu bağlamdaki en önemli buluntu grubunu sap delikli tunç baltalar oluşturur. Bölge müzelerinde 2015 ve 2016 yıllarında yapılan bir araştırmada bölge müzelerinde saklanan bu tür baltalar incelenmiş, böylece bazıları daha önce yayınlara konu edilen tunç baltalar dışında henüz hiç bilinmeyen çok sayıda sap delikli tunç balta gün yüzüne çıkarılmıştır.
Rize ilinde yapılacak arkeolojik çalışmaların amacı ne olmalıdır?
Rize ilinde yapılacak bir arkeolojik araştırma projesinin amaçlarından biri il sınırları içinde hâlihazırda bilinen tüm tarihsel kalıntıların bir envanterinin çıkarılması olmalıdır. Böylece tüm Doğu Karadeniz Bölgesi için bir yerleşim modeli ve buna bağlı yaşam biçimleri kronolojik bir düzen içinde ortaya koyulabilir. Bu bağlamda il sınırları içindeki tescili yapılmış kültür varlıklarının bilgilerinin derlenmesi, tahribat durumlarının saptanması ve tescili olmayan yerlerin tescil işlemlerinin başlatılması da sağlanabilir.
Arkeologların arazi çalışmaları sırasında bölge halkıyla diyalog kurmalarının kültür varlıklarına karşı toplumsal duyarlılığın artmasını sağladığı öteden beri gözlemlenen bir gerçektir. Ülkemizde kültür varlığı ilgisinin giderek artmasında arkeologların arazi çalışmaları sırasında halkla kurduğu ilişkilerin önemli bir payı vardır. Dolayısıyla arkeolojik arazi çalışmaları kültürel değerlerimizin insan eliyle tahribatını önleyici bir sonucu da beraberinde getirmektedir.
Ayrıca, Rize ilinde yapılacak bir arkeolojik araştırma, bugüne kadar neredeyse hiç çalışılmamış olan bölgede yeni bilimsel araştırmaların kapısını aralayacaktır. Aynı zamanda elde edilecek arkeolojik veriler bölgedeki turizm faaliyetlerinin artmasını da sağlayacaktır. Son yıllarda dünya çapında gelişen yeni turizm türlerinin (alternatif turizm, yumuşak turizm, ekoturizm, bilinçli turizm vb) yayılması ve turizm sektöründeki gelirin artmasının bölgesel araştırmaların ve araştırmacıların artmasıyla doğru orantılı olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla Rize’de yapılacak arkeolojik araştırmaların uzun vadede bölgesel turizm sektörüne yarar sağlayacağı şimdiden söylenmelidir.
Arkeolojik araştırmalarda elde edilen sonuçlar Anadolu, İran ve Kafkasya arasındaki eski dönemlere ait kültürel ve ekonomik temelli ilişkilerin anlaşılması için önem taşır. Kendi alanlarında yetkin araştırmacıların konuyla ilgili bilgi üretimini ve tanınırlığı üst düzeye çıkaracağı açıktır. Rize’de yapılacak arkeolojik çalışmaların genelde Kuzeydoğu Anadolu, özelde ise Rize gibi arkeolojik bakımdan pek bilinmeyen bir coğrafyaya dair önemli bir boşluğu dolduracağı ortadadır. Bu boşluğun doldurulması eski uygarlıklar bakımından benzerliklerin saptanmış olduğu Kafkasya, Kuzeybatı İran ve Anadolu için de büyük önem taşımaktadır.
Metin: Sinan Kılıç, fotoğraflar: İsmail Şahinbaş ve Halim Demircioğlu
KAÇKAR DERGİSİ 1. SAYI